2006 OLAĞAN MALİ GENEL KURUL AÇILIŞ KONUŞMASI

Değerli Misafirler.

Değerli Meslektaşlarım.

Olağan Mali Genel Kuruluna hepiniz hoş geldiniz.

Ülkemiz, özelde de mesleğimiz önemli bir süreçten geçiyor. Değişimin, dönüşümün her kesimde hissedildiği böylesi dönemlerde genel kurullar, yapılacak tespitler, gelecekle ilgili hazırlıklar önem kazanıyor.

Gelecek bu günden belirlenmektedir. Çünkü bizler dünü değiştiremeyiz ancak yarına irade koymak bizlerin elinde. Bugün yapılan tüm çalışmalar, siyasi adımlar, uluslar arası ilişkiler, toplumsal gelişmeler ve ülkede yaşananlar, asırlık Cumhuriyetimizin geleceğini bugünden şekillendirmektedir. Toplumun yön vericileri, yöneticileri bu anlamda, geleceğimiz açısından önemli sorumluluklar taşımaktadır.

Tüm meslek örgütleri , kendi mesleki alanlarının gelişmesi için hizmet üretirler. Bu hizmet üretiminde öncül olan ülke menfaatleri olmalıdır.

Sivil toplum örgütleri de ülke demokrasisinin vazgeçilmez olgularındandır. Sivil toplum kuruluşlarının demokratik yöntemler ile hükümetlere baskı görevi yapması, yönetim erkine katılması ve siyasette etkili olması toplumsal gelişmeyi sağlar. Bu gelişmede ülke yöneticilerin sivil toplum örgütlerine bakışı da çok önemlidir. Siyasi erk, meslek örgütlerini, sivil toplum örgütlerini kendilerine rakip görmemelidir. aksine faydalanmayı becerebilmeli ve sinerji yaratmalıdır. Her meslek örgütü kendi üzerine düşen, sorumluluğu olan konularda etkin olması, ortak çalışma yapılması gelişmişlik kriterlerinden biridir.

11 eylül terör saldırısı dünyayı yeni bir eşiğe taşıdı. 11 eylül saldırısı bir dönüm noktası. O tarihten bu yana küresel güçlerin, çevre ülkeler üzerine kurdukları baskı ve basınç giderek artıyor. Çevre ülkelerdeki artan baskı sadece askeri değil aynı zamanda ulus devlet, toplumsal yapı, iç savaş ve ülke sınırlarının yeniden belirlenmesi gibi önemli sonuçlara da neden oluyor.

Bugün dünya, 11 eylül sonrası döneminin tipik özelliklerini göstermeye devam ediyor. Sosyal kavramlar ve insani değerlerden uzak, sözde “güvenlik önceliği” mazereti ile fırsatçılığa dönüşmüş olan bu anlayış, teröre terörle karşılık vermeyi meşru kılmıştır.

Afganistan, Irak ve son olarak Lübnan’da yaşanan dengesiz güçler savaşı ve işgaller, kuzey-güney (zenginler-yoksullar) arasındaki ayrımı derinleştirmektedir.

Enerji yoğunluğundaki kaynaklara saldırı ve bu tür ülkelere yapılan işgallerin devamı gelecek gibi görünüyor. Dünya şiddet bataklığına doğru hızla sürükleniyor.

Hemen yanı başımızdaki Ortadoğu da, “sözde demokrasi savunucuları” hiçbir değere bakmaksızın ve kendi çıkarları doğrultusunda sınırları yeniden belirliyor. Ancak Büyük Ortadoğu projesinin mimarları, unutmamalıdır ki; Tarih,sınırların ve bir ülkenin kaderinin çok kolayca çizilmediğinin örnekleri ile doludur.

Dünyada bir an önce insanı öne alan, insani değerleri yücelten politikaların egemen olması gerekiyor. Yoksa dünya kan gölüne dönecek.

11 eylül saldırısının üzerinden tam 5 yıl geçti. Buna rağmen ABD, “küresel terör ile mücadele” adını verdiği operasyonlarda 80 bine yakın sivilin ölümüne neden oldu. O günden bu güne ülkemizin de içinde olduğu 13 ülke, terörün hedefi oldu. 3 ülke işgal edildi ancak hala değişen bir şey yok. Değişen, medeniyetler çatışması tezini andıran ayrışmalar, adaletsizlikler, toplumsal düşmanlıklar. Bu gelişmeler de artarak devam ediyor. Katolik dünyasının ruhani lideri Papanın yaptığı son konuşma bu anlamda ciddi ve bir o kadar da tehlikeli bir örnektir. Bu gelişmeler milletler arasında ki kin, nefret ve ayrışmayı arttırıyor.

Umarım tarih, içinde bulunduğumuz dönemi “küresel ayrışma dönemi” diye tarif etmez.

Küreselleşen dünyadan bizlerin ayrı kalması mümkün değil. Bu etkilenme sadece politik etkilenme olarak karşımıza çıkmıyor. Küresel ekonomi anlayışı, üretim modellerini değiştirirken toplum yapılarını da farklılaştırdı. Toplumsal reaksiyonlar ve en önemlisi değerlerimiz etkilenmeye başladı. Artık insanlar toplumsal olaylara duyarsız kalmaya, daha çok şekilcilik ile ilgilenmeye başladı. Tele-vole kültürü TV’ler den her gün pompalanıyor. Aileye, meslek örgütlerine, siyasi partilere, toplusal faaliyetlere karşı inanılmaz bir uzaklaşma ve ilgisizlik hakim.

Böylesi bir dönemde ülkemiz önemli seçimler arifesinde. Yakında cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler var.

İnsanlar, birbirlerinin yanlışlarını düzelterek birbirine yakınlaşır. Aslında uzlaşma dediğimizde budur. Ancak son günlerde yaşananlar, uzlaşma kültürünün; kurumsal ve toplumsal anlamda ciddi bir ihtiyaç olduğunu da ortaya koyuyor. Lübnan’a asker gönderilmesin diyen gençlere yapılan linç girişimine karşı “suçu bile olsa onu korumakla görevli” olan kişi, zaten bunlar öğrenciymiş diyebiliyor. Sorumluluk sahibi kişilerin toplumsal bakışı daha çok hoşgörü ve yakınlaşma üzerine kurulmalıdır. Yaşadığımız konjonktürde en önemli ihtiyacımız da budur.

--------

Gelişen dünya ile birlikte sağlıkla ilgili beklentiler de farklılaşmaya başladı.

Eczacılık mesleğinin önemi her geçen gün biraz daha artıyor. Eczacı, rasyonel ilaç kullanımında sorumluluğu olan, ilacın doğru, etkili, güvenli şekilde kullanılmasını sağlayan, sağlık konusunda danışmanlık veren bir mesleğin üyesi.

Ülkemiz eczacılığı evrensel eczacılık normlarına uzak değildir. Yeni yasası ile daha iyi olmasını umut ediyoruz. 6197 Sayılı Eczacılar ve eczaneler hakkındaki kanunda yapılması gereken düzenlemelere ilişkin taslağı sayın Sağlık Bakanı’na sunduk. Yeni yasa taslağında en önemli maddelerden biri meslekte sürekli eğitim.

Modern sağlık hizmetlerini karşılamada; mesleğimizin mezuniyet sonrası eğitimi önemli bir etmendir. mesleğimizin geleceği ve gelişen koşullara uyumu açısından M.İ.S.E.P. şarttır.

Dünya, küresel hastalıklarla karşı karşıya, bu salgın hastalıklar sürekli dünya’yı tehdit eder durumda. Bizler Türkiye’nin her köşesinde bulunan eczacılar olarak halk sağlığının, kuş gribi, AIDS gibi toplumsal hastalıklarda daha etkin olmak durumundayız.

A.E.O. olarak bu güne kadar kendi şartlarımız ölçeğinde her ay bir meslek içi eğitim programı hazırlamaya çalıştık. Bundan sonrada bu eğitimlere devam edeceğiz. Hatta gelecek dönem eczane teknisyenlerini kendi imkanlarımızla eğitime alacağız

Eğitim için yasayı beklemek gerekmiyor. Türkiye de önemli eksikliklerden biri de kalifiye elaman ihtiyacı. Eczane kalfalarını yani eczane teknisyenlerini ve adaylarını üç çeşit eğitimden geçirerek eczanelerdeki önemli bir ihtiyacı gidermeye çalışacağız.

Türkiye de son iki yılda ilaçta önemli gelişmeler yaşandı. İlaç fiyat kararnamesi değişti, jenerik ilaç uygulamasının kapsamı genişletildi. Kamu yeni bir protokol ile ilaç sanayiden ıskonto almaya başladı, eczacı kar oranları düşürüldü; sonuçta 30 yılda olmayacak değişiklikler 3 yıla sıkıştırıldı. Adana Eczacı Odası olarak ilaçla ilgili bugüne kadar alınan kararlarda, toplumsal fayda sağlayan tüm değişiklikleri destekledik.

Bu uygulamalar sayesinde jenerik ilaç pazarı %26 dan %50’lere çıktı, eşdeğer ilaç ile çok önemli tasarruflar sağlandı. İlaç 2 yılda %35 e yakın ucuzladı. Ülke kaynakların doğru kullanılması, sosyal güvenlik kurumlarının korunması açısından tüm bunlar önemli gelişmelerdi. Bu nedenle destekledik

36 milyon insanı kapsayan SSK’lı ve düşük gelirli Yeşil Kartlı vatandaşımız çağdaş eczacılık hizmeti almaya başladı. Böylece çok önemli bir eksiklik, haksızlık, eşitsizlik ve aynı zamanda sağlıksızlık giderilmiş oldu. SSK da 2004’te 60 milyon reçete karşılanmışken bu sayı 2005’te 90 milyona çıktı bu yıl ise beklenen 110 milyon SSK reçetesi. Bu rakamlar vatandaşın daha kolay sağlık merkezlerine ulaştığının ve ilacını aldığının göstergesidir. Ayrıca % 50 oranında artan reçete sayısına karşın devletin ilaca harcadığı payda artış %13 oranında kalmıştır. İlaç kutu bazında %58 artmasına rağmen TL bazında artış enflasyonla arındırıldığı taktirde %3 seviyesinde kalmıştır.

İlaçta bu kadar önemli gelişmeler karşısında sektör önemli bir haksızlığa neden olmuştur. İlaç fiyatlarındaki indirimlerin yükü eczacıya çıkarılmıştır. Ancak artık eczacılar olarak bizler bu yükü kaldıramayacak hale geldik. 2005’te karlılığı en yüksek ilaç firması herkesin bildiği bir antibiyotiği 32 YTL den 8 YTL indirirken hiçbir açıklama gereği bile duymamıştır.

Eşdeğer uygulamasında da ipin ucu kaçmıştır. Bugünkü şekli ile Terapötik eşdeğer veya yakın eşdeğer kavramları doğru yaklaşımlar değildir. Bu uygulamalar vatandaş ile eczacıyı karşı karşıya getirmektedir. Eşdeğer ilaç uygulamasında fiyat farkları ilaç firmaları ile çözülmelidir. Bu tartışmadan hasta ve eczacı çıkarılmalıdır.

Hepinizin bildiği gibi geçen ay 116 ilaç geri ödeme listesinden çıkarıldı.

Bu ilaçların bir kısmının neden ödeme listesinden çıkartıldığını hala anlamış değiliz. Çünkü Tasarruf deniliyor ama bu doğru değil,

Obez hasta da ilaç tüketimi obez olmayana göre % 70 daha fazla.

1 YTL tutarındaki ilaç yerine daha pahalısı tercih ediliyor. Buda tasarruf sağlamıyor.

Bir kısım ilacın ise etkisiz olduğu için çıkarıldığı söyleniyor.ilaç etkisiz ise ruhsatını değiştirin, ilaç olmaktan çıkarın veya ruhsatını iptal edin.

Diz içine kullanılan ilaçlar yerine hasta ne kullanacak bilinmiyor.

Geri ödeme listesinden çıkartılan ilaçta kurumun korunduğu, kollandığı ifade ediliyor. Peki vatandaşı kim koruyacak, yılardır kullandığı bu ilaçların etkilimi etkisiz mi olduğunu kamuoyuna kim açıklayacak. İlaçla ilgili kararlarda bilimsel bir gerekçe olmalıdır. ve bu da bilimsel olarak kabul görmelidir. Şeffaf olmalıdır.

İki gün önce bu kez de kanser hastalarında kullanılan bir ilaç geri ödemeden çıkarıldı. Obezite ilaçları ise tekrar listeye alındı.

Sağlığı yaz-boz tahtası yapamazsınız, kolesterollü hastaları, raporlu hastaları tedirgin etmenin anlamı ne. Şimdi de kanserli hastalar tedirgin ediliyor. Bu arada hastanın yaşadıklarını kimse hesaba katmıyor. hastanın çaresizliği hiç düşünülmüyor.

Bilimsellikten uzak kararların alınmasını, toplumun ilaca ulaşmasını engelleyen her türlü kararın karşısındayız.

Önümüzde ülke sağlığı açısından yakın zamanda önemli uygulamalar var.

Genel Sağlık Sigortası meclisten geçti. Önümüzdeki yıldan sonra etkilerini daha çok hissedeceğiz. Ancak GSS ile ilgili endişelerimiz devam ediyor. Parası olana sağlık anlayışı sosyal devlet anlayışına uymamaktadır. İsteğimiz anayasamızda belirtildiği gibi “devlet güvencesinde herkese eşit ve ulaşılabilir sağlık hizmeti.” GSS prim sistemi ve sağlık sistemlerini özel sektöre devretme mantığı kabul edilebilir değildir. Paket program anlayışı sorunlar ile karşımızda.

Sağlıkta dönüşümün diğer önemli ayağı olan Aile hekimliği uygulamasının da şu anki verilerle ve bu hekim sayısı ile de uygulanması çok zor.

Aile hekimliği uygulamasının dünyada tek sistem veya başarılı bir sistem diye gösterilmesi de doğru değildir.

Sosyal güvenlik kurumları tek bir yapıya dönüyor. Artık SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı diye bir kurum yok. Şimdiden çok sancılı bir geç iş olacak gibi görünüyor. Kurumlar arasında anlayış ve mevki tartışmaları devam ediyor. Yeni kurum daha aktif hale gelmeden sosyal güvenlik kurum başkanı istifa etti. Provizyon sistemi emekli sandığı üzerinden yürüyecek. Ancak daha önce E.S., Bağ-Kur ve en son SSK da ilk zamanlar yaşandığı gibi sıkıntılı bir sürecin bizi beklediğini görüyoruz. Yine de beklentimiz tek kurum ile hasta ilaç alırken prosedürlerin azalması. Olması gereken provizyon sisteminin ödediği, hastanın da kullandığı ilacın bedelinin eczacıya ödenirken kesintiye uğramamasıdır. özellikle SSK da yaşadığımız mevzuat belirsizlikleri ve SSK reçetelerinin 15 ay geriden kontrolü önemli bir sorun. Kesintiler nedeni ile ilaç verirken endişe içindeyiz.

Adana eczacı odası 50. yılında

Adana Eczacı Odasının geçmiş 50 yılına baktığımızda yaptığı çalışmalar Türkiye ye örnek olmuştur. Yatan hasta reçete tevzisi Adana’dan sonra tüm yurda yayıldı., ayaktan tedavi reçete dağılımı gibi projelerimiz yıllarca eczacı kamuoyunda tartışıldı. 15-16 Ocak eczacı eyleminden önce adana da 10 Ocak tarihinde tüm eczacıların eczanelerini kapatması bu eylemin başlangıcı oldu. Binamız, odaların mekan yaratmasında bir örnektir. Muvazaa mücadelesinde oda hep konuşulmuştur. ve önemli bir özelliği de kadrolar üretmiş olmamızdır. Tüm bunlar geçmişten gelen birikimi ve tecrübeyi doğru kullandığının ve gelecek projeksiyonunun olduğunun göstergesidir.

Adana eczacı odasının gelenek yaratması ,ekol haline gelmiş olması, üyelerinin bütünlüğü ve örgütüne sahip çıkmasının sonucudur.

A.E.O. Eczacılık tarihindeki tüm eylemlerde, kazançlarda, değişimlerde öncülük etti.

İlaç firması boykotlarında, ülke menfaatlerine zarar veren ve eczacıya yapılan her haksızlığın karşısında olduk.

Gümrük birliği, ilaçta patent, veri koruma , ilaçta reklam ,genel sağlık sigortası gibi sıralayabileceğim pek çok konularda, kamuoyunda tartışmalar henüz başlamadan konunun uzmanları ile paneller düzenledik. İlaç, eczacılık ve halk sağlığı konusunda değil ülke sorunları konusunda da düşüncelerimizi paylaştık. Tüm söylediklerimiz ile yaptıklarımızda toplum çıkarını ve ülke çıkarlarını hep ön planda tuttuk.

İşte A.E.O. bu dinamizmi, bu düşüncesi ve yaptıkları ile buralara geldi.

Geçmiş 50 yılda emeği geçen tüm meslektaşlarımı en kalbi duygu ile anıyorum.

Tüm eski oda başkanlarının ve yöneticilerinin önünde saygı ile eğiliyorum.

Bu mesleğin, bizlerin onlara borcu var.

Ve bugünde önemli bir karar alacağımıza inanıyorum.

Doğduğumuz büyüdüğümüz yetiştiğimiz şimdi de çocuklarımızın büyüdüğü ve gelir sağladığımız Adana’mıza Adana Eczacı Odasının 50.yıl anısına tarihi kişiliklerimiz adına ve en önemlisi bu güne kadar rahmetle andığımız meslektaşlarımız adına bir sosyal projeye adana eczacı odasının adının yazılmasını istiyoruz.

Tüm meslektaşlarımızın gurur duyacağı, Adana Eczacı Odası ANAOKULU NU yaptırmak istiyoruz.

Bugüne kadar bu tür konularda gereğini fazlası ile yapmış meslektaşlarımın destek sunacağına inancım tamdır.

Sevgi, sağlık ve esenlik hep sizinle olsun sevgili meslektaşlarım.

ve hepinize saygılar sunuyorum

Ecz. Burhanettin BULUT

BAŞKAN


18 Eylül 2006     Okunma Sayısı : 4466     Yazdır