2008 MALİ KONGRE AÇILIŞ KONUŞMASI


Değerli konuklar,

Değerli meslektaşlarım,

Olağan Mali Kongremize hepiniz hoş geldiniz.

ADEO mesleki örgütlenmesinin 52. yılını geride bıraktı. Bu yıllar içerisinde; İlacın karaborsaya düştüğü, sürsaj hakkının olmadığı, firma boykotlarının yapıldığı, anlaşmalı kurumlarla gerginliklerin yaşandığı, geri ödemelerin yapılmadığı nice sıkıntılı problemli günleri yaşadı. Yeri geldi sokaklara döküldü, yürüyüşler yaptı, kepenk kapattı. Kısacası eczacının hak arama mücadelesi bu 52 yıl boyunca süre geldi. Tabi o günlerde yaşanan sorunlar da bugünkü gibi çok önemliydi. Ancak her seferinde meslek örgütlerimiz birlikteliklerini koruyarak sorunları aşmasını bilmiştir.

Ayrıca meslek örgütleri sadece meslektaş hakkını aramak için çalışmazlar. Ülke için, ülke insanı adına da emek harcarlar. Hepimiz biliyoruz ki “yükselmek ve ileri gitmek” ancak topyekûn bir kalkınma sonucunda olur. Mesleğimizi geliştirmek adına verdiğimiz çaba, toplumsal yanımızı ihmal etmemize hiçbir zaman neden olmamıştır.

Son 5 yıldır, mesleğimizde önemli değişim ve dönüşümler yaşanıyor. Bu hızlı değişim ve dönüşümü yönetmek adına yöneticilerin ciddi çaba harcadıklarını biliyorsunuz. Ancak özellikle son günlerde meslekte projeler, politikalar üretmek yerine sadece önümüze konulan sorunlarla boğuşmak zorunda kalıyoruz.

Geçmiş yıllarda olduğu gibi, bugün de bu mücadelelerden başarı ile çıkılması için bizde gerekli güç var. Yeter ki gücümüzün değerini bilelim. Yeter ki mücadelemizi, birlik ve dayanışmamızı kaybetmeyelim. Birlik ve beraberliğimizi kaybetmediğimiz takdirde, bugünde yaşadığımız tüm sorunların üstesinden geleceğimize inanıyorum.

Değerli meslektaşlarım,

Küresel güçlerin rekabeti sonucu ortaya çıkan trajik görüntüleri maalesef 21. yüzyıl dünyası seyretmeye devam ediyor. 11 Eylül sonrası gelişen “güvenlik önceliği” anlayışı, fırsatçılığa dönüşmüş, bunu kullanan “dünya jandarması”, Afganistan’ı, Irak’ı işgal etmiştir. Bugün ise tek kutuplu dönemden tekrar çok kutuplu dünyaya doğru yönelim başlamıştır. Bu yeni yönelim küresel güçlerin sadece enerji politikaları üzerine kurgu yapmadıklarını göstermektedir. Güçler hegemonyasının pay kapma yarışı, her alanda söz konusudur. Bu rekabet; dünyada işgalleri, sömürüyü, savaşı, terörizmi arttırmaktadır. Hemen yanı başımızda Ortadoğu ve son olarak Kafkasya’da yaşanan savaşlar gibi masum savunmasız sivillerin hayatlarına mal olmaktadır.

Demokrasi ve özgürlük adına hareket ettiklerini söyleyen işgalci güçler, emperyalizmin tüm çıplaklığı ile çevre ülkelere baskı yapmaya devam etmektedirler. Gelişmiş ülkeler ise, yaşananlara tepki göstermek yerine, “karşılıklı çıkar adına dış politika izlediklerini” dile getirmektedir.

İnsani anlayıştan uzak, toplumları ayrıştıran ve düşman ettiren küresel güçlerin politikaları, demokrasiye, çevreye, bilinen tüm değerlere zarar vermeye devam ettiği müddetçe, dünyamız yaşanır olmaktan çıkmaktadır.

“11 Eylül” sonrası dönem yerini tekrar çok kutuplu dünyaya bırakması ile birlikte, küresel ekonomide de yeni bir döneme girilmiştir. Bugün dünya ekonomisinde önemli bir kırılma yaşanmaktadır. Ciddi maliyetler yaratacağı açık olan bu kriz, tekrar göstermiştir ki, artık ülkelerin kendilerine has ekonomileri yoktur.

ABD piyasasının temel anlayışı, argümanı olan “piyasa her şeyi düzenler-düzeltir” fikri iflas etmiştir. ABD artık şirket kurtarmaya başlamıştır. Yani devlet ekonomik yaşamın içine ve piyasaya girmeye başlamıştır. Bu krizin kimi ne kadar etkileyeceğini, nasıl sonuçlanacağını bilmek mümkün değil belki ama bizim gibi ülkelerde çok daha küçük krizlerin ne sonuçlar verdiğini hepimiz yaşadık.

Değerli misafirler,

Dünyada ortaya çıkan bu yeni koşullardan en fazla etkilenen ülkelerden birisi de Türkiye’dir. Ülkemizin Jeopolitik önemi, doğu-batı arasındaki durumu ve ekonomik yapısı ile her zaman dış dinamiklerin ilgisinde olmuştur.

Yaşadığımız dönemde iç ve dış etmenler, Türkiye’ye bir değişim zorunluluğunu dayatmaktadır. Ancak ülkemizde neyin, niçin, nasıl değişmesi gerektiğine ilişkin bir fikir birliği yoktur. Hatta dinamik güçler değişmemek adına tutucu politikalar sergilemektedir. Son dönemlerde sivil-asker, milliyetçilik-ulusalcılık, sol-liberal, sivil-kamu kurumları, medya- siyaset gibi her şey iç içe geçmiş durumdadır.

Bugün yaşanan sorunları çözecek, karmaşıklaşan toplum yapısını yönetebilecek siyasi aktörlerin eksikliği hissedilmektedir. Yeni siyaset anlayışına ihtiyaç var. Siyasi alan ve kurumlar; yeni gelişmelere, yeni toplumsal yapıyı anlamaya yetmemektedir. Modern, çağdaş, demokratik yaklaşımlara şiddetle ihtiyacımız olduğu açıktır.

Ülkemiz, uzun zamandır reform sürecinden ve AB perspektifinden uzaklaşmış; kavgayı, kriz yaratmayı ve bu krizleri yönetmeyi tercih etmeye başlamıştır. Öyle ki partiler ve kurumlar arası yaşanan kavgalar, toplumun ilgisinde olmamasına rağmen artık toplumu etkilemekte ve toplumsal krizlere neden olmaktadır. Toplum kendini içinde hissetmediği veya olmadığı, kendi dışındaki çıkar kavgalarında taraf yapılmaktadır. Kısacası, Türkiye krizler ve kavgalar ülkesi olmuştur. Adeta siyaset, kurumlar ve basın krizlerden beslenir hale gelmiştir. Kavga nedeni erk mücadelesidir. Siyaset ve kurumlar, sınır koyma, müdahale etme, sahiplenme hastalığından kurtulamamıştır. Üretimin olmadığı, işsizliğin, ekonomik sıkıntıların ve yolsuzluğun arttığı, demokrasiden uzaklaşıldığı her dönemde bir kriz malzemesi hemen karşımıza çıkartılmaktadır. Sorunun sanki bir anda ortaya çıktığı fikri, yıllardır bu topluma yedirilmiştir.

O nedenle; bugünkü gibi, siyaset çözüm üretemediği zaman, kriz, kaos, mutsuzluk, kavga ve korku hakim olmaya başlar. Ayrıca korku risk almayı etkiler, bireysel ve toplumsal değişimin önündeki en büyük engellerden birisidir.

Son günlerde bir düşünce ve araştırma şirketinin Amerika ve Avrupa’da gerçekleştirdiği “Transatlantik Eğilimler” araştırmasının son bulgularında, Türklerin uluslararası arenada “yalnız hareket etme” yanlısı olduklarını, kendilerinden başka hiçbir ülke ve halkı fazla sevmediklerini, kendilerini batılı saymadıklarını ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olabileceğine inanmadıklarını ortaya koymaktadır.

Türkiye için “yalnız ve kızgın bir ülke” portresi çizen bu araştırmada; kendimizi dünyadan ayırdığımız ve birbirimizden de sürekli kuşkulandığımız sonucu ortaya çıkıyor. Korku, kuşku ve güvensizlik bizleri dünyaya düşman, sevgisiz bir topluma dönüştürüyor.

Siyaset, topluma güven tesis etmesi gerekirken bizleri getirdiği nokta, toplumu kamplara bölmekten öteye gitmemektedir. Bugün siyasi partilerin hiçbiri güven tesis etmemektedir. Kısır iktidar mücadelesi dışında gözler kapanmıştır. Ekonomik, sosyal, kültürel, demokratik beklentilere kayıtsız kalmaktadır. Ülke tekrar “sen daha çok yolsuzluk yaptın” tartışmalarına sokulmuştur. Görünen o ki; tüm güçler kendine demokrat, kendine özgürlükçü ve kendine zengin yaratmaktadır. Hatta bununla da yetinmeyip kendi derin devletini, kendi basınını yaratmaktan da geri durmamaktadır.

Kapatma davaları, Ergenekon soruşturması, cinayetler, medyanın işlevi, siyasetin seviyesi gibi yaşadıklarımız göz önüne alındığında, toplumun siyasete olan güveni azalmaya devam edecektir. Toplum kendi geçim derdine çare ararken artık bu ikiyüzlü görüntüleri görmek dahi istememektedir.

Değerli meslektaşlarım,

Ülkemizin en önemli açmazlarından birisinin “güven sorunu” olmasına rağmen, son protokol görüşmelerinde ortaya çıkmıştır ki uygulanmayan protokol neticesinde, artık eczacıların hükümete güveni kalmamıştır.

2008 İlaç Alım Protokolü için SGK ile uzun süren görüşmeler yapıldı. Bir anlaşmaya varılamayınca Hükümet’in üç icracı ve etkin (Maliye, Sağlık, Çalışma) Bakanı devreye girmiş ve görüşmeler sonucunda bir uzlaşmaya varılmıştır. Canlı yayında, Türkiye kamuoyunun önünde bakanlarla birlikte metne imza atmıştır. Bunun ardından, 01 Temmuz 2008 tarihinde, yani ertesi gün Başbakan, konuyla ilgili parti grup toplantısında yaptığı konuşmasında, “Eczacı kardeşlerimize %3’lük yük getiren kamu kurum ıskontosu uygulaması çözüme kavuşturularak önemli bir rahatlama sağlandığını” ifade etmiştir.

Bu imzalanan metinden sonra TEB’in görevlendirilmiş yöneticileri tekrar SGK yetkilileri ile 10 günlük yoğun görüşme trafiğine başlamış ve nihayetinde 09 Temmuz 2008 tarihinde SGK Başkanı ve GSS Genel Müdürü’nün katılımı ile tüm eczacı Odalarının huzurunda törenle bu sözleşme imzalanmıştır. Ayrıca SGK ve TEB Başkan’ının imzaladığı bu sözleşme; 1 Temmuz’dan itibaren de geçerli sayılmıştır.

Ancak bu sözleşmenin ilgili maddeleri üç bakanında dahil olduğu tüm imzalara rağmen yürürlüğe konmamıştır. Buda yetmezmiş gibi, ayrıca sözleşmelerin teslim gününde kurum yetkilileri sözleşme evraklarını almak istememiştir. Hukuksuz, dayatmacı ve baskıcı bir anlayışa mahkûm bırakılan, Türkiye’deki 24 bin eczacı, mesai saatinin son dakikasına kadar sözleşme teslim etmek için bekletilmiştir. İmzalanan protokolün yok sayılması, yürürlüğe konmaması, e-sözleşme tehditleri, eczacıyı hukuksuzca evrak teslim almayarak disipline etme anlayışı, devlet geleneğine yakışmamıştır.

Tüm bu yaklaşımlara rağmen TEB, krizi aşmak adına yeni “ek protokol” imzalamıştır. Sorun ötelenmiş. 1 Ekim’de avans, 31 Aralık’ta Kamu Kurum Iskontolarının durumu tekrar gündem edilecektir. Meslek birliklerimizin her zaman olumlu, yapıcı yaklaşımlarına rağmen, tek satın alıcı durumundaki SGK’nın bugünkü tavrı devam ettiği müddetçe sorunları aşmak hiçte kolay olmayacaktır.

Değerli meslektaşlarım,

Ülkemizde görüldüğü gibi, dünya ülkeleri sosyal devlet çizgisinden hızla uzaklaşmaktadır. Globalizmin kapital yüzü “güvenlik” hariç, sağlık ve eğitim başta olmak üzere tüm alanları özel sektöre devrediyor. “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” bu anlayışın ürünüdür. Bölgemizde uygulanmaya başlayan Aile Hekimliği de bu sağlık sistemin en önemli parçasıdır ve sistemine ciddi bir dönüşüm getirmektedir. Yataklı tedavilerin özelleşmesi, özel polikliniklerin artmasının yanında kurum pratisyen hekimlerinin özel statüye sokulması, sağlığın piyasa normlarına geçişinin tamamlanması demektir.

Türkiye modelindeki Aile Hekimliği; alt yapı eksikliği, eğitim sorunu, bilimsel durumu, Hekimlerin 7/24 hizmet vermesi, personelin maaşı, elektrik, kira, personel sorunu ve denetim mekanizmasının eksikliği gibi sorunlar nedeni ile bir ticarethane gibi algılanmaktadır. Ticaret-sağlık ikilemi ve etik değerlerde aşınma başta olmak üzere endişelerimiz devam etmektedir.

Görüntü odur ki, ülke insanı sağlık hizmeti gibi kişisel inisiyatifi ve bilgisinin olmadığı yani “eksik rekabetin” olduğu bir alanda serbest piyasa kurallarına teslim edilmektedir. Özel sektöre ağırlık veren ve kamu kuruluşlarını işletme haline getiren bakışın, sosyal ağırlıklı bir sağlık politikası uygulamayacağı açıktır. Geriye bu sistemi tamamlayacak olan eczanelerin yeniden yapılandırılması kalmıştır. OTC listesi, ilaçta reklam, 6197 bu nedenle bizler için, “eczanelerin eczacı mülkiyeti” için hayati öneme haizdir.

Değerli meslektaşlarım,

Geldiğimiz süreçte mücadele yolumuzun en önemli gücü mesleki birliklerimizdir. TEB, Odalar ve Kooperatiflerimiz mesleki gelecek kurgumuzun en önemli aktörleridir. Birlik faaliyetlerimizde iktidar-muhalefet-üye dinamizmi, becerileri, katkıları ve seviyesi yapılacak işlerin habercisidir. Piyasa aktörlerinin istediği “yeni eczacılık şekli”nin karşısında duran yegâne güç örgütlerimizdir. Bunu karşımızdaki aktörler çok iyi bilmektedirler. Bugün örgütlerimize dışarıdan gelen, bilinçli müdahalelerin yapılma sebebi de budur. Ancak kendi iç dinamiklerimiz ve örgütsel şeklimiz yani iktidar, muhalefet ve üye yanımız ile baktığımızda, bu sürecin önemini kavradığımız söylenemez.

Sorunların ve çözümlerin merkezileştiği bir dönemde; TEB yönetiminin ve bölge eczacı odalarının politikaları, 24 bin eczacının geleceğini etkilemektedir. O nedenle merkezi yapılanmaları ve merkezde yapılan çalışmaları dikkatle izliyoruz, merkeze müdahil olmaya çalışıyoruz.

Elbette ki her toplumsal yapılanmada, anlayışlarda, insan olan her yerde bir iktidar mücadelesi olmuştur. Doğaldır ki bizim meslek örgütlerimizde bir muhalefet anlayışı var ve eleştiriler yapılıyor. Ama maalesef bu muhalefet anlayışı ülke geleneğimizdeki muhalefet anlayışından çok farklı değil. Özellikle bir önceki genel başkanın son döneminde iyice etkin hale gelen; yönetici-kurum-yönetim, yönetimin şekli, yönetim politikaları gibi genel kavramlar bir yana bırakılarak, kişi üzerinden örgüt yıpratılır hale getirilmektedir.

Kolaycı, sorumluluk almayan, eksikte veya tepkilerin ölçeğine göre sahiplenme/sahiplenmemeye karar veren, olası eksik/yanlış kollayan bir davranış şekli, model alınmaya başlanmıştır. Örgütsel zaaf yaratan gelişmelere bakıldığında, iktidar kaynaklı rekabet veya kişisel hırs nedenli görünmektedir. Farklı imzalı tek tip yazılar veya birlikte yapılmayan eylemler, kötü sonuçlarda ben yok’ umlar bunun göstergeleridir.

Geldiğimiz günde iletişimdeki hızın ve iletişimdeki kolaylıkların sağladığı avantajlar, doğru ve zamanında kullanıldığı hallerde örgütün çok güçlendiği açıktır. Ancak meslek siyaseti ve anlayışında açılım getirmeyen, kişisel, yöneticilere haksız ve yersiz ağır sözler sarf edenlere, dedikodu üretenlere prim verilmemelidir. Endişem, yapılan eleştirilerin şekli ile süzgeçsiz yani rafine edilmemiş bilgilerin olduğu gibi doğru kabul edilerek kısır tartışmalara boğulmamızdır.

Tabi ki renkli web sayfalarımızın olması hele hele hızlı bilgilenmemiz, bir anlamda açıkta kalan muhalefet boşluğunun doldurulması açısından olumludur. Hatta bu web sayfalarının yöneticiler içinde faydalı olduğunu düşünüyorum. Ancak örgütü-üyeyi-yöneticiyi seviyeyi düşürmeden eleştirmeli. Unutmayalım ki yaptığımız her iş, söylediğimiz her söz aynı zamanda bizim seviyemizin de göstergesidir.

Muhalefet “ortak aklımızı” açığa çıkarmak ve birlikte iş yapmak için kullanılmalıdır. Bütünlüğümüze, dayanışmamıza zarar vermemelidir. Yönetime talip olmak, yönetimleri eleştirmek; alternatif üretmektir, eksikliği dile getirmektir. Yeni açılım, yeni fikir demektir. En değerli, en çok korumamız gereken birliğimize, birlikteliğimize, mesleğimize, incitici söz söylenmesi doğru değildir. Bizlerin, mesleğimizin, örgütlerimizin, yöneticilerimizin bugün çok daha fazla desteğe ihtiyacı var. Birbirimizi geliştirmeliyiz, desteklemeliyiz, zorlukları aşacak, gelecek için ortak çıkış konseptleri bulmak için çalışmalıyız.

Dün nasıl her türlü zorlukları birlikte aştıysak, bugün de yarında mücadelemizden vazgeçmemeliyiz. Ülke ve meslek sevgisi içinde aklın, bilimin ve değerlerimizin ışığında, dayanışma içinde olduğumuz müddetçe yarınları hep birlikte kurarız.

Sevgi, sağlık ve esenlik hep sizinle olsun sevgili meslektaşlarım.

Hepinize saygılar sunuyorum.


Ecz. Burhanettin BULUT

Adana Eczacı Odası

Yönetim Kurulu Başkanı.


22 Eylül 2008     Okunma Sayısı : 3018     Yazdır