2010 YILI OLAĞAN GENEL KURUL AÇILIŞ KONUŞMASI

Kıymetli Misafirler, 

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Değerli Meslektaşlarım.

Mali kongremize katılımınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyoruz, Hoş geldiniz

Ülkemiz önemli bir süreçten geçiyor. Yaşananların tariflenmesi, ifadesi veya her bireye göre olayların farklı algılanıyor olması, önemli bir ‘değişim’ yaşandığı gerçeğini değiştirmemektedir. Her şeye rağmen, gerek ülkemiz gerekse mesleki yapılarımız, tarihe not bırakan bu sıkıntılı dönemleri, bir tecrübe kazanımı sayarak, ilerlemesine ve gelişmesine devam edecektir diye umuyoruz.

Olaylara gündelik mantıkla bakıldığında, o gün yaşadığımız sorundan daha önemlisi yokmuş gibi gelir. Ancak yaşamın dinamizmi içerisinde, karşımıza çıkan engeli aşmak, yine bu dinamik gelişim içerisinde sağlanabilir. Gelişme ile büyüyen sorunlara karşın, çözüm de aynı ilerlemeler sayesinde bulunabilir. Bunun için elbette ki ümit, irade ve mücadeleyi eksik tutmamak birinci şarttır.

Zamanın, fikirlerin, değerlerin ve gündemin çok hızlı tüketildiği dünyamızda daha evrensel, daha çevreci daha bütüncül bakma zaruretimiz var. Bugün tartıştığımız konu, yarın çok anlamsız kalabilmektedir. Ayrıca zamanın kendisinin bile; hayatın akış hızına yetişemediği günümüz dünyasında, kendi konularımız kadar hepimizi ilgilendiren genel konulara da ilgi duymalıyız. Bundan da önemlisi fanatik taraflığın yani ‘fanatizmin körlüğü’ ile dünyaya gözlerimizi kapatmamayız.

Ülke siyasetinde her ne kadar çok önemli gelişmeler yaşanıyor olsa da, bunlardan daha önemli sıkıntılar elbette önümüze çıkacaktır. Tarihinde padişahlar, hatta başbakan asmış bir toplumun üyeleriyiz. Bir dönemin genç kuşağını ve hatta günümüze kadar gençliği sindirmiş bir siyasi gelenekten geliyoruz.

Halk artık, farklı ifadelerle de olsa darbe, derin devlet gibi anlayışlara karşı çıkmaktadır. Bugün referandum sonuçlarıyla varılan ortak görüş; toplumun daha çok demokrasi, adalet ve eşitlik istediğidir. Daha çok konuşan, tahammülü yüksek, çağdaş demokrasi talep eden bir topluma dönüşmek istiyoruz.     

Yerel seçimler, ardından referandum, bir yıldan az zaman kalan genel seçimlerle birlikte; Ergenekon, okyanus ötesi ve başkanlık sistemi gibi tartışmalarla, ülkemiz hiç olmadığı kadar siyasetle yaşar hale gelmiştir. Günlük siyasetin bu denli halkımızın gündeminde yer almasına olumlu bakmak gerekir. Çözüm üretme sanatı olan siyasetin bu kadar çok konuşuluyor olması toplumun gelişmesine katkı sağlayacaktır.

Referandum sürecinde daha çok fark edildi ki, Türkiye uzun zamandır acı çekmektedir. Özellikle 12 Eylül sonrası toplumda yaratılan travma, toplumun önemli bir kesiminin gözlerini bağlamıştır. Daha çok hak, daha çok özgürlük talep etmek, bireyin kendini geliştirmesi, toplumsal yanımızın öne çıkarılması, adeta ‘utanılası’ hisse dönüşmüştür.

Birbirine düşmanlaştıran, ‘elitist’ bir yaklaşım sergileyen, milliyetçi bakış ile gurur duyarken, yücelttiği halkını aşağılayan, sığ yaklaşımlar etkin olmuştur. Kelimede büyük, ulvi sözler sarf ederken o anlamlı sözün altında kalan, ağırlığı taşıyamayan sözde aydınlara prim vermemeliyiz.

Ülkemiz yöneticileri halka sadece ‘oy’ olarak bakmaktadır. Bir başka önemli nokta da iktidar kadar muhalefet olmak da yönetici olmaktır, yani sorumlu olmaktır. Toplumun gelişmesi adına çağdaş, demokratik, insanı önceleyen politikalar için, iktidar olma hırsı değil ülkesine hizmet etme aşkı olmalıdır.

Demokrasi, ‘ama’, ‘fakat’  ‘bu şartla’ gibi ön eklerle birleşik bir rejim değildir. Halkın karar vericiliğine inanmak gerekir. Siyasetçi kendi beceriksizliğini, başarısızlığını halka yüklemektedir. Ayrıca halkın karar vericiliği dışında kurallar belirleyen rejimin adı demokrasi değildir, bunu başka isimlerle tanımlıyoruz.

12 Eylül’le en çok hesaplaşması gereken iki kesim, referandumda ‘hayır’ cephesinde daha çok yer almıştır. İşkence gören, idam edilen aile fertlerine sahip kesimler, tüm yaşadıklarına rağmen ‘hayır’ diyorlarsa mutlaka haklı gerekçeleri vardır diye düşünmek lazım. Çünkü ölümün konuşulduğu yerde elbette ahkâm kesmek doğru değildir. Ancak sabit olan, 12 Eylül anlayışı ile bu toplumun bir şekilde hesaplaşması gerektiğidir. Aksi takdirde toplumun yeni bir sayfa açması çok zor olacaktır.

Tabi buradaki hesaplaşma sadece generallerle yapılacak hesaplaşma olarak görülmemelidir. Uyutulan, siyasetten uzaklaştırılan, sürekli korku ile yönetilen, ayrıştırılan, çok sayıda ötekileştirme yöntemi uygulanan, magazinle afyonlaştırılan, derin devletin, mafyanın, müteahhitlerin yani halk dışı iktidar grupların el ele verdiği şizofren yönetim anlayışı ile hesaplaşma olmalıdır.

Gençlerin aş, iş, kültür ve çağdaş değerlerle donatıldığı, halkın el açtırılmadığı, siyasetin rant kapısı olmadığı, terörün, mayının olmadığı bir ülke düşlemek, bunu istemek ve bunun için mücadele etmek tüm yurttaşların görevi olmalıdır. Bizler de her türlü sıkıntımızın ve siyasi fikir ayrılığımızın varlığında meslek birliğimiz örneğinde olduğu gibi ülkemiz adına, parti fanatikliği ile değil insan sevgisi ile çağdaş dünyadan yana olmalıyız.       

Ayrıca siyasetin bir başka yönü de, farklı anlayışlar arasında eşitliği savunmaktır. Bu farklı anlayışlar tartışıldıkça fikirler gelişecek ve yakınlaşacaktır. Kapalı, gizli, halkı yok sayan, halkın sağduyusuna itibar etmeyen anlayışlar ancak çağdaş siyasetin etkinliği ile aşılabilir.

Ekonomik, sosyal, kültürel yaşam alanında; dinsel, cinsel, etnik, farklı kültürel kimliklere sahip olanlara karşı ötekileştirme gibi çözmemiz gereken birçok sorunumuz var. İşsizlik, eğitim, adalet, sağlık, güvenlik, demokrasi... Tüm sorunların çözümünde ilk adım karşılıklı birbirine yakınlaşma, birbirini anlama, doğru tartışma zemini yaratma, empati ve hoşgörüdür.   

Kuşkusuz Türkiye’de toplumu ve kurumlarını, demokratik ve özgürlükçü anlamı ile kucaklayan yeni bir anayasaya şiddetle ihtiyaç var. Ancak bu anayasanın karşılığı bir parti anayasası değildir. O nedenledir ki en fazla anayasa yapan ülkelerden biriyiz. İngiltere 1215 yılında  “büyük özgürlükler sözleşmesi” adıyla, üstelik yazılı olmayan anayasasını düzenlenmiştir. Ve hala İngiltere bu anayasa ile yönetiliyor. Ülkemizde yeni anayasa, salt sivil olması nedeni ile değil, birbirimize muhtaç olduğumuz bilinci ile ve tüm kesimlerle birlikte, herkesi muhatap alarak hazırlandığı takdirde, kapsayıcı, özgürlükçü, demokratik ve kalıcı olabilir.

Değerli Meslektaşlarım,

Kongrelerimiz, sorunların ve tespitlerin yanında yarınlara ilişkin çözüm önerilerinin konuşulduğu ortamlardır. Aynı amacı taşıyanlar, ortak özellikleri bulunanlar, elbette kendi geleceklerine ait kararları birlikte almalıdır. Ortak akıl, ortak kabul; ancak çoğunluğun, farklı fikirlerin buluşmasıyla ve bunların üretimin içinde yer almasıyla mümkündür. 

Örgütlenmesinde 55 yılını geride bırakmış mesleğimizde, hiçbir zaman boş yere mücadele edilmemiştir. Özellikle 2005 yılından bu yana toplumsal, mesleki, önemli bulduğumuz her konuda kamuoyu oluşturulmuş ve her zaman toplumsal yönümüz ile ön plana çıkılmıştır.

Yıllarca ilaç fiyatlarının yüksek olduğu ifade edilmiş, ilaca daha kolayve ucuz ilaç politikası savunulmuştur. Ancak, adeta bu politikamız için cezalandırıldık. Fiyat indirimleri sonucu sermayemizin eritilmesine seyirci kalındı. Hatta kepenk indirme eyleminde de mesleğimizin bunca yıllık örgütsel geleneğine en büyük hakaret sayılacak olan “eczacı ilaç fiyatlarının indirimine karşı olduğu için eczanesini kapatmıştır” suçlaması yapıldı. 

Aradan aylar geçmiş olmasına rağmen, bu ayın başında Sayın Çalışma Bakanı, basına yansıyan açıklamasında; "Geçen sene eczacılarla bir mücadeleye giriştik. Eczacılar kepenk falan kapattı. Biz bu mücadeleyi Bakanlık olarak kazandık. Doğrudan 2,5 milyar tasarruf oldu ve biz onu emeklilere verdik" diyebilmiştir.

Bakan, eczacıları halkın karşısında hedef göstermiş, bir anlamda “düşman” ilan etmiştir. Demokrasi betimlemelerine hiç girmeden dahi; ilaç firmalarına söz geçiremeyen hükümet, meslek örgütümüze baskı kurmak yerine, sorunlarımıza eşitlik prensipleri çerçevesinde çözüm üretmesi gerekirdi.

Sayın Çalışma Bakanı "mücadele ettik ve kazandık" bunu “halk için yaptık” söylemi, bugüne kadar eczacılara yönelik hangi hissi yaklaşımın içinde olduklarının sergilenmesi açısından son derece önemlidir.

Ayrıca aynı tarihlerde "ilaç firmaları ile anlaştık, eczacıların zararlarını karşılayacaklar" açıklaması doğru çıkmamasına rağmen, bu konuda tek bir söz etmemiştir. İktidar erkinin, meslek örgütlerini kendilerine rakip görme yanlışı yanında halkı yanına almaya çalışması, işin ‘nevrotik’ bir hale dönüşmesine neden oluyor.

Değerli Meslektaşlarım,

Son 6 yıldır hiç gündem sıkıntısı çekmedik ve her yeni uygulama zaman içerisinde aleyhimize sonuçlar verdi. Bu yılın faaliyet raporuna baktığımızda, bizler dahi tüm bunlar son bir yılda mı oldu? diye şaşırmadan edemiyoruz. Sözleşme, ilaç fiyat indirimleri, İTS gibi genel konular dışında gündelik kararlarla eczane pratiğinde sürekli bunaltıcı hava hakim oldu.

Hatırlarsınız ilk müdahale 2004 yılında İ.F.K. değişikliği ile başladı. 2005 yılında SSK’nın serbest eczanelere açılması, maddi manevi önemli özverilerle gerçekleşmişti. Ve bu tarihlerde başlayan geçici uygulamalar bir türlü sonlandırılmadı bugünlere geldi.

Hükümetin “Sağlıkta Dönüşüm Projesi,” sağlığın piyasaya devridir. Uygulanan sağlık politikalarının sosyal devlet anlayışı ile alakalı olmadığını yıllardır söylüyoruz. Söylemimizi ‘ideolojik bakış’ diye reddedenler dahi, bugün sağlık alanının içinde bulunduğu durumu savunamaz hale gelmiştir.

Aile hekimlerine, biz eczacılar gibi ‘sözleşme’ kelepçesi takılmıştır. Piyasa kurallarına mahkûm edilen hekimler böylelikle tekleştirilmiştir. Ve en kötüsü de bu politikalar sonucu sağlık ocakları artık ‘sağlık işyerleri’ haline gelmiştir.

Yine, meslek örgütlerimiz birleştirilmiş, tek SGK yapılanmasını her zaman savunmuştur. Burada da geçiş döneminin yükü eczacılara yüklenmiştir. Ülkemizin tüm sağlık kurallarını belirleyen SGK, sanki özel şirketleri ‘rol model’ almıştır. İlişkide oldukları tüm kurumlarla sorun yaşamaktadırlar.

Elbette sağlık alanındaki tüm gelişmeleri “sadece bize yapılan müdahaleler” olarak algılamıyoruz. Neoliberal rüzgâr tüm dünyada sağlık alanına müdahaleye neden oluyor. Ülkemizde görülen de aslında, dünya ülkelerinin sosyal devlet çizgisinden hızla uzaklaşmasının bir yansımasıdır. Globalizmin kapital yüzü güvenlik hariç, sağlık ve eğitim gibi tüm kamu alanlarını özel sektöre devrediyor. ‘Hasta’ yerine ‘müşteri’ tanımını yerleştirmeye çalışıyor.

Bizim gibi ülkelerde de ‘kendine becerikli’ hükümetler, ilaç fiyat indirimleri gibi kısıtlamalar ile kendi bütçelerini sabitlerken, vatandaşa daha fazla maliyet yüklemektedir.

Sağlık alanı; bireyin inisiyatifi ve bilgisinin olmadığı yani “eksik rekabetin” olduğu bir alandır. Hastanın kullandığı ilaçlara, medikal ürünlere veya hekimin diğer önerilerine yönelik olarak kişisel tercih kullanması mümkün değildir. İşte bu nedenle bizler, sağlıkta ‘serbest piyasa kuralları’ olamaz diyoruz.

‘Sağlıkta Dönüşüm Projesi’nin’ nihai hedefi yerelleştirme, ardından özelleştirmedir. Aile Hekimliğinde olduğu gibi bu sağlık sisteminin ‘sosyal ağırlıklı’ bir sağlık politikası ile alakası yoktur. Burada eksik kalan, eczanelerin bu sisteme uygun hale getirilmesidir. OTC listesi, ilaçta reklam, 6197 içerisinde “eczanelerin eczacı mülkiyeti”  bizim için hayati önemdedir.

 

Değerli Meslektaşlarım,

Karşı konulamaz değişim için önce sahiplenen, mesleğini önceleyen, bilinçli ve müdahaleci yapılar şarttır. Aksi takdirde halinden memnun olmayanlar dahi, değişimden ürkebilirler. Statükoculuk aslında büyük bir korkunun yansımasıdır. “Ya daha kötüsü olursa” düşüncesinden dolayı, tehlikeye karşı önlem hazırlığı bile yapamaz. Sonuçta değişimi kaçınılmaz olan toplum; öyle bir hale gelir ki, korkunun esaretinden, mevcut halden daha kötü durumlara doğru yolculuğuna kesintisiz devam eder.

Mesleğimiz, ilacın ekonomisi içerisine hapsedilmiş durumda. İlaç yerine ‘hasta odaklı’ ‘medikal danışman’ kimliğine daha çok yoğunlaşmalıyız. Kişisel bakım, farmasötik bakım, mesleki branşlaşma, klinik eczacılık geleceğimiz olarak görmeliyiz. İşte bu anlamda haftaya Ankara’da yapılacak olan Eczacılık Kongresini çok önemsiyoruz.

Bilime ve akla önem vermek, aynı zamanda geleceğini de önemsemek anlamına gelir. Kaderci yaklaşımların tersine geleceğin sorgulanması, daha iyisinin talep edilmesine yönelik bir tavırdır. İşte “geleceğimizi tartışalım” sloganıyla düzenlenen Eczacılık Kongresi nasıl bir meslek örgütü olduğumuzun da göstergesidir. Bu nedenle TEB ve emeği geçenleri tebrik ediyoruz.

Sağlık ve eczacılık alanında yaşanan sorunlara karşı çözüm önerileri  üretmek, sadece sözle değil aynı zamanda eylemle olur. Sürekli değişimin ve yeniliklerin zaruret olduğu sağlık ve eczacılık alanında, dünyadaki gelişmeleri takip edebilmek, yeni bilgileri ve yaklaşımları meslektaşlarımızla paylaşmak son derece önemlidir.

Aslında aynı başarıyı ve sorgulamayı Eczacılık Fakültelerinden de bekliyoruz. Sürekli yeni Eczacılık Fakültesi açılmasına, -Çukurova Üniversitesinde olduğu gibi- yeni Eczacılık Fakültesi açma başvurularına rağmen; fakültelerimizde ‘klasik eğitim’ tarzı devam ediyor. Eczacılık fakültesi akademisyenlerinin bu konuda çabaları elbette irdelenmelidir ve eleştirilmelidir.

Fakat çok daha önemlisi; ekonomik, politik, bölgesel şovenizmle yeni açılan her fakülte o mesleğin bilimsel yanını zayıflattığı gibi kıymetini de düşürmektedir. Üniversiteli yeni işsizler üretmek siyasetin yeni oyuncağı olmuştur.

Değerli Meslektaşlarım,

ADEO tüm renklerin birlikteliğinde, dayanışma kültürü ile her zaman pozitif politika üretmeye çalışmıştır. Bugün Türkiye’de değişimin, demokrasinin, çağdaşlaşmanın önündeki en büyük engel, mevcut siyaset kültürünün yıllardır özenerek yarattığı “bizler ve onlar” temelli anlayışın etkin olmasıdır. Mutlaka her fikir ve her düşünce kendi içinde değerlidir. Bir fikrin tarafı olmak, karşısındakini düşman, yanındakini mutlak dost yapmaz.

Bizler, demokratik yapılanma adına meslek örgütleri içinde çoğulcu anlayışı her zaman egemen kılmaya çalıştık.. Meslek örgütümüzde ayrımcılığa, kategorize etmeye bu güne kadar izin vermedik. Bundan sonra da bu anlayış ADEO’da devam edecektir.

Son olarak, bugüne kadar ADEO’da hizmet veren tüm meslektaşlarımızı saygı ve sevgi ile anıyoruz. Her zaman size ihtiyacı olan meslek odamızı kendi evladınız olarak görmenizi ve katkınızı odamızdan esirgememenizi diliyorum.

Sevgi, sağlık ve esenlik dileklerimle Hepinize saygılar sunuyorum.

Ecz. Burhanettin BULUT

Adana Eczacı Odası

Yönetim Kurulu Başkanı

 


27 Eylül 2010     Okunma Sayısı : 3496     Yazdır