ARTIK BU KADARI DA FAZLA DEĞİL Mİ ?

Artık bu kadarı da fazla değil mi?

Deseler ki size, her yıl yenilenen, bizlerin “sözleşme” diye bahsettiğimiz İlaç Alım Protokolü için, önce 10 gün gece gündüz demeden SGK yetkilileri ile TEB Merkez Heyeti ve bazı odaların dâhil olduğu görüşmeler yapılacak. Sonra bir çözüme yaklaşılmadığı için masadan kalkılacak bunun üzerine sözleşmenin sona ereceği gün, mesai saati sonrası hükümetin üç icracı ve etkin Bakanı (MALİYE, SAĞLIK, ÇALIŞMA) ile uzlaşmaya varılıp Türkiye kamuoyunun önünde protokol imzalanacak. Bunun üzerine, 01 Temmuz 2008 tarihinde, yani ertesi gün Başbakan, bu konuyla ilgili grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Eczacı kardeşlerimize %3’lük yük getiren kamu kurum ıskontosu uygulaması çözüme kavuşturularak önemli bir rahatlama sağlandığını” ifade edecek. Daha bitmedi. Bu tarihten sonra TEB ve görevlendirilmiş oda yöneticileri tekrar SGK yetkilileri ile 10 günlük yoğun görüşme trafiğine başlayacak ve nihayetinde 09 Temmuz 2008 tarihinde tüm Eczacı Odalarının huzurunda SGK Başkanı ve GSS Genel Müdürü’nün katılımı ile bir sözleşme imzalanacak. Ayrıca SGK ve TEB Başkan’ının imzaladığı bu sözleşme; 1 Temmuz’dan itibaren geçerli sayılacak. Buraya kadar hepsi yaşanabilir gelişmeler ancak asıl sıkıntı bundan sonra başlıyor. Tarih 04 Ağustos 2008 yani bugün akşam saatlerine kadar SGK bu imzalanan protokolleri uygulamayacağını her ortamda ifade edecek. İnanılması zor ama yaşananları hangi noktadan değerlendirirseniz değerlendirin. Sonuç; Üç Hükümet Bakanı onaylı, Başbakan’ın deklere ettiği ve SGK Başkanı ile TEB Başkanı imzalı protokol yürürlüğe girmemiştir. İnanabilir misiniz? Yaşamamış olsaydık herhalde bizde inanmazdık.

Yani 9 Temmuz 2008 tarihinden bu yana bu kez TEB Merkez Heyeti ile katıldığı yine yoğun geçen görüşmelerde 3 Bakan ve SGK Başkan’ının imzaladığı metnin hayata geçmesi için ilgilileri ikna edememiştir.

Bu arada insanın inanası gelmiyor denilecek bir durum da; sözleşmelerin teslim gününde yaşananlar. İmzalanan protokolün ilgili maddelerinde açıkça belirtilmiştir ki, eczacı şayet 31 Temmuz günü sözleşmelerini SGK Bölge Müdürlüğü’ne teslim etmediği takdirde iki sonuç ile karşı karşıya kalacaktı.

*Birincisi; 1 Ağustos 2008 tarihinden sonra eczanelerin sözleşmesi olmayacaktı.

*İkincisi sözleşme yürürlülük tarihi 1 Temmuz’dan itibaren geçerli olduğundan bu tarihten sonra eczacının karşıladığı reçetelerin bedeli hukuki olarak ödenmeyecekti. Daha önceki yıllarda sözleşmesini zamanında veremeyen eczacıların geri ödemelerini alamadıklarını örneklerle yaşadık.

Hal böyle iken, SGK Bölge Yetkilisi arkadaşlarımız, merkezden aldıkları sözlü talimat ile baskı altına alınmıştır. Düşünün ve inanabilirseniz inanın. Biz sözleşme vermek için 4 oda başkanı (Adana, Hatay, Mersin, Osmaniye) ve bölge eczacılarından oluşan ekip SGK’ ya gittiğimizde sözleşmeleri teslim edemedik. Bu nedenle Eczacı Odalarının avukatları ile birlikte SGK’ ya polis çağırdık. Savcılığa başvurduk. Suç duyurusunda bulunduk. Her gün yüz yüze baktığımız SGK Kurumunda çalışan arkadaşlarımızla mahkemelik hale geldik. Eczacı meslektaşlarımızla birlikte Adana sıcağında saatlerce güneş altında bekledik. Basın açıklaması yaptık. Ne için? Biz kamuya ilaç vermek istiyoruz! Adına. Daha bir ay önce Bakanların aman ha! Vatandaşımızı ilaçsız bırakmayın diye istekte bulundukları eczacılar, o gün hem bir aylık geri ödemesi tehlikeye atıldı, hem de sözleşmesiz hale getirecek hukuksuz, dayatmacı ve baskıcı bir anlayışa mahkûm bırakıldı. Türkiye’deki 24 bin eczacıyı mesai saatinin son dakikasına kadar sözleşme teslim edebilmesi adına kim oyun oynamışsa, eczacıyı hiçe saymışsa, 24 bin eczacıyı pazarlık adına kurum önünde bekletmişse, bunların hesabını yetkililerin kendi vicdanlarına teslim ediyoruz.

Resmi kurumlar arasında hele hele TEB ve SGK gibi iki kurum arasında yapılan pazarlıkta her yol mubah değildir. Özellikle sağlığın söz konusu olduğu ve toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren bu tür konularda daha hassas olunmalıdır. Ayrıca eczacıya karşı hukuksuzca evrak teslim almayarak disipline etme anlayışı kamu yöneticilerine ve devlet geleneğine yakıştırmak çokta mümkün değil.

Yukarıdaki yazılanlara birçok ilave ve yorum yapılabilir. Yapılan Başkanlar Danışma toplantılarında nelerin konuşulduğunu, Çalışma Bakanı ve SGK karşısında nelerin söylenildiğini ve süreç içerisinde nelerin yaşandığını, kişisel tavırların sonuçlarını, bir anda nelerin değiştiğini ilgili kesimlerin anlatması gerekir. Özellikle kendi içimizde yaşadıklarımıza baktığımız da, “Çarşıdan aldım yeşil, eve getirdim kırmızı” misali renk meyveciklerini, akbaba kılığına bürünmüş sürekli alçak uçuşlar yapanları, örgüt yöneticiliği gibi toplumsal bir görev yaptığı halde en bireysel tavırlarla hırsının esiri olanları, akıl tutulması yaşayanları ve en yakınındakileri bile kırmaktan çekinmeyenleri zamanı gelince değerlendirmek gerekecektir. Tüm bunları paylaşmak, buradan bir sonuç çıkartmak, sağlıklı örgüt geleceği açısından faydalı olacağı açıktır.

Bu kadar önemli gelişmelere ve yaşananlara rağmen meslek örgütümüzü dedikodular nedeni ile yine sağlıklı eleştiri ve katkı sağlamak anlamında eksikliğe neden olduğunu görmemek mümkün değildir. Açıkçası Bu protokol imzalanmamış veya kökten ret edilmiş olsa dahi kimin ne kadar bu işlerde emek harcadığı ortadadır. Her sıkıntıya girildiği noktada istifa etsinler veya yakaladık mantığı ile bir yaklaşım sergilemek kişiyi sorumluluk dışına atmaz. Bu işin çözümü eğer istifa ise önce kendi delegenizi istifa ettirin o zaman, demezler mi size? Bu arada kolaycı, sorumluluk almayan, kendisini önceleyen, merkeze alan yazılara, başka web sayfalarından “ bu yazıyı mutlaka okuyun, ne güzel yazmış” diye önermelerde bulunmak yeni moda gibi. Bari kendinize özgün sözler bulun. Sizde yazın, sizde konuşun. Kapı arkalarında, beş kişilik gruplarda kendi kendinizi ikna etseniz de biliniz ki kendinize bile faydanız olmaz.

Kolaycı yaklaşımların bir örgütte etkinliği ne kadar çok artarsa veya talep görürse o kadar sona yaklaşılmış demektir. Önümüzde mücadele edecek çok konu var. Hepimizin taşın altına elini koymaktan bir an bile endişe duymayacağımızı biliyorum. Merkez ve Oda Yöneticileri sorunlardan çıkış konseptlerinin üretileceği projeler geliştirmek üzere yarışa girmelidir. Bunun da yolu bir an önce ortak akıl ile birlikte hareket etmenin samimiyetine varmaktır.

Bir önceki yazımda örgütteki barışçıl havadan bahsederken bugün kişilere yönelik eleştirileri kaleme almış olmam o günkü havanın olumsuza dönmesinden kaynaklı değildir. Şeffaflık, anlaşılabilirlik, eleştiri ve karşılık verilen cevaplar artık tüm eczacıların önünde yapılmaktadır. Bu nedenle bu süreci örgütlerimizde daha açık tartışmaların başlangıcı diye algılamalıyız. Eğer bir başarı nasıl alkışlanıyor ise, başarısızlıkta da eleştiri getirmemiz kadar doğal bir sonuç yoktur. Ancak tahammül ve anlayış eşiği ne kadar düşmüş olsa da çaba gösteren yöneticilere “sattı, satıyor” diye eleştirmek ucuz bir yaklaşımdan öteye gitmemektedir. Burada asıl önemsediğim bu tür magazinel yaklaşımlar nedeni asıl tartışmaların yapılamaması ve gerçek eleştirilerin, yapıcı yaklaşımların göz ardı edilir hale gelmesindendir.

Açıkçası, Türkiye’de eleştirdiğimiz politika, hukuk, demokrasi gibi tanımların şekli, pozisyonu ne ise örgüt içinde de aynı tanımları, aynı şekilde yaşatmamak adına herkes daha fazla çaba sarf etmelidir.

SGK Sözleşmelerinin karar verilmiş hali TEB web sayfasında yayımlandı. Kendi aramızda sohbet ederken artık eczacılık yapmak zor diyoruz ya. Eczacı Odası Yöneticileri de artık yöneticilik yapma konusunda bu sohbetlere katılacak görünüyor. Sorun çözülmedi sadece ötelendi. Bizleri yine dalgalı günler bekliyor.

Umut etmek her zaman kişiye enerji verir ama bazen de umut etmeye yetecek enerji bulamayabilirsiniz.

 

Saygılarımla

Ecz. Burhanettin BULUT

Başkan


05 Ağustos 2008     Okunma Sayısı : 3846     Yazdır