KELİMELERİN ALTINDA EZİLMEK.
Ülke gündemi yoğunlaştıkça siyasetçilerin kullandıkları “anlamda” ağır ithamlar, kullanılış haliyle “en hafif” sözcükler haline dönüşüyor. “ideolojik, vatan haini, darbeciler, şeriatçılar, mandacılar” vs.
Son dönemde en çok kullanılanlardan biri olan, hatta eczacılar olarak bizim de nasiplendiğimiz “bunlar ideolojik!” lafı. Aslında hükümet; karşıt harekete geçen, sesini yükselten, her türlü kişi, grup ya da örgüte hemen ''ideolojik nedenli davranış içerisindeler” diye yaftayı yapıştırıveriyor.
Eski YÖK başkanı döneminde YÖK ideolojik olmakla suçlanıyordu. Greenpeace su kaynakları konusundaki girişimlerinde “ideolojik” davranmakla itham edildi. Seçimlerde en fazla oyu AKP’ye kullanan tekel işçileri gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Hatta Başbakan, tekel işçilerini “ideolojik davranmakla ve çalışmadan para kazanmakla” suçlamaya devam ediyor. İdeolojik davranmakla suçlanan kurumlardan bir diğeri de Danıştay. Aslında internette “ideolojik olmakla suçlandı” diye arama yapmanız bu tür örneklere ulaşmanız için yeterli olacaktır.
Siyasetin diğer tarafları da, en çok “vatan haini” sözünü kullanıyor. Aslında Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardan bu yana iktidar ve muhalefet arasındaki ilişki hep aynı ağır suçlamalar çerçevesinde süregeldi. Geriye dönük bakıldığında çok partili dönemden bu yana siyaset hep aynı malzemelerle beslenmiş. Fikri tartışmalar yerine suçlamak, damgalamak, hedef göstermek daha kolaycı yaklaşım olarak benimsenmiş.
Bugün ise, “karşıtlık” yani karşı olmak dışında politika üretemeyenler ile tek başına hükmetmenin dayanılmaz keyfini süren hükümet adeta el ele vermiştir. Hatta “kısır tartışmalar içinde ülkeyi yönetiyorlar” tespiti bu noktada abartılı olmayacaktır.
“Sorunu değerinde tartışmama” geleneği kelimeler ile düşman üretme ya da kelimeyi düşman yapma ayrı bir özelliğimiz. Atatürk devrimlerinde “devrim” kelimesini yıllarca kullanmadık, değiştirdik, “inkılâp” yaptık. Hatta şimdilerde meslek birliklerimize “meslek örgütlerimiz” derken bazılarımıza örgüt kelimesi dahi itici geliyor. Çünkü neyi nasıl düşüneceği başkaları tarafından ortaya konan bu toplum; yani bizler, tüm bu öğretiler sonucunda kelimelere düşman olmuşuz.
Peki, bu ideolojik kelimesi gerçekten kötü mü yoksa birini düşman ilan etmek için kültürümüze kattığımız yeni bir ek mi acaba?
"İdeoloji" sözüne baktığımızda kısaca “tutarlı bir inanç ve düşünce sistemi” tanımı karşımıza çıkıyor. Dünyayı ve topumu anlamaya yönelik bir çaba, duruş veya tavır olarak da algılanabilir. İdeolojinin olması bir anlamda sorumluluk almaktır.
Yıllarca ülkemizde "izm'ler kötüdür" anlayışı yedirilmiştir. 1980'li yıllarda "izm" denince akla gelen ideolojiler, Marksizm, Leninizm, Komünizm, Sosyalizm idi. Bu sözcükler de neredeyse yasa dışı ilan edilmişti.
"Sen ideolojiksin" denildiğinde, aslında "Sen komünistsin, vatan hainisin" denmek isteniyordu ve böylece 1980'lerin geleneği yeniden canlandırılarak, "ideoloji" sözcüğüne olumsuz bir anlam yükleniyordu. Bugün bunlara karşıt fikir kelimeler eklenerek yasa dışı ilan etme mantığı devam etmektedir.
İdeolojisiz insan, ideolojisiz toplum olmamalı.
Hatta tüm insanların ideolojileri birbiri ile etkileşerek geliştirilmeli, yakınlaşmalı, daha çeşitli hale gelmelidir. Bir yandan demokrat ve dindarken, laik de olunabilmeli ve tüm bunlar hümanist olmakla aynı değerde olmalı. Savunmalı, savunacak fikirleri olmalı.
“Demokrasi ideolojisi” gibi her ideolojinin savunucusu olabilmeli insan.
Asıl yanlış olan kurumların ideoloji sarmalı içinde kör olması ile kişiler arasında ayrıma başlamasıdır. Çünkü bu tür yaklaşımlar toplumsal ayrışmaya, çatışmaya ve şiddete neden olmaktadır.
Siyaset, taraf olduğu ya da olmadığı her türlü ideolojinin, siyasi fikirlerin, hak arama mücadelelerinin önünü açmalıdır. Orantısız güç kullanmanın demokrasilerde yeri olmadığı bilinmeli ve devlet gücünü hak arayanların üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmamalıdır.
Dün şeriatçı, ABD uşağı suçlamaları ile asılan Başbakan bugün övgülere mahzar olmaktadır. Dikkat edilirse bugün siyasette tartışılan konuların büyük çoğunluğu geçmişten bugüne gelmiştir. Kişiye göre demokrasi savunanlar yetmediği gibi “kişi endeksli demokrasi savunucularına” bazı sözde aydın kesimler yazıları ile destek vermektedir.
Çağdaşlaşabilmek için herhalde önce güç karşısında itaat etmekten vazgeçebilmeyiz. “Güçlüyüm, ezerim” diyen bir yönetimin karşısında “evet, güçlü isen ezersin” kabulünü yıkmalıyız. YÖK örneğinde olduğu gibi dün ideolojik diye suçlar iken şimdi aynı tavrı başkalarına kendimiz göstermemeliyiz.
Bugün tepki gösteren her kitleyi “ideolojik” diye hedef gösterenlerin “kurumsal olarak ideolojik bir ayrım içinde” olduğunu hatırlatmak gerekir. Kurum yöneticileri kurum olanakları ile ideolojik ayrım yapmaya başladıklarında asıl tehlike sinyalleri çalmaya başlar. Bireyin ideolojik hakkı ile kurumun gücünü kullanarak ideolojik tavır takınmanın farkını iyi bilmeliyiz.
Kurum yetkilileri bu tavrı sergilemeye başladıkları noktada “sorunun kendisine değil” sorunu kimin söylediğine, eylem yapıp yapmadığına bakmaya, hatta her olayı bürokrat olmalarına rağmen siyasetçi gibi üzerine almaya başlar. Her eleştiri yapan, hak arayan düşman ilan edilir. O nedenledir ki kamunun sahibi hissi; karşısındakinin düzeni bozduğu gerekçesi ile cezalandırmak için çaba harcamaya başlar, sorun ikincil konuma itilir.
İster kamu, ister kurum, isterse siyaset yöneticisi olsun, hiç kimse tahammülsüz, kendine demokrat bir tavır ile “tek tipleştirme” çabasında olmamalıdır. Aksi halde kurumlar, bireyler, yöneticiler, siyasetçiler, kamu yöneticileri, bürokratlar gibi kendi alanında sorumluluğu olan kesimler ve ilişkide olduğu yönetimsel tanımların iç içe girdiğinde her taraf toz bulutu haline gelir.
Topraklarımızda Cumhuriyet öncesinden beri süregelen yasakçı, sürekli “öcü”ler üzerinden politika yapan, isimleri dahi düşmanlaştıran zihniyetlere, kamuyu sadece kendisi zanneden, devleti öncelerken asıl sahibi olan halkı geri plana iten, kamunun “herkes” olduğu fikri yerine şirket mantığına, şirketin çıkarı mantığına dönüştüren anlayışlara karşı bizler de sesimizi güçlü tutmalıyız.
Bugün de tıpkı daha önce olduğu gibi haklı olduğumuz müddetçe mücadelemize devam etmeliyiz. Hangi görüşte hükümet veya hangi görüşte bireyler olsak da kurumsal ayrıştırmaya izin vermemeliyiz. Hak arama mücadelesi hiçbir gerekçeyle haksız gösterilemez.
İnadına çağdaş ülke ve inadına çağdaş eczacılık talebimiz sürekli olmalıdır.
Ecz. Burhanettin Bulut
Başkan
*adeob ocak sayısı