ÖRGÜTLÜ MÜCADELEDEN ÖNCE ÖRGÜT OLMAYI BİLMEK!
Şimdi Ne Olacak!" başlıklı Aralık 09 e-haber yazısına "Hükümetin meslek birliğimize yönelik tehditleri devam edecek" diye başlamıştım. SGK tarafından sözleşmenin tek taraflı feshi sayesinde 4 Aralık eylemine taşıyan süreci kamuoyuna tekrar anlatma fırsatı doğmuş, özellikle son iki yıldır yaşadıklarımızın bu defa daha sağlıklı tartışılacağı beklentisini ifade etmiştim.
SGK'nın sözleşme iptali doğrultusunda 16 Ocak tarihinde faturalı döneme geçmeyi beklerken, İstanbul Eczacı Odasının Danıştay'a yaptığı başvuru ile alınan yürütmeyi durdurma kararı süreci ötelemiş oldu. Daha bir ay önce 4 Aralık eylemine yüzde yüz katılım ile eczanesini kapatarak somut olarak tarafını gösteren, yaşadıklarını dile getiren eczacılar bir anda neye uğradığını şaşırıverdi. Bir anda sanki her şeyin üstü örtüldü, unutuluverdi.
Samimiyetle ifade etmek gerekirse, onca yıllık deneyim sonucu oluşan kişisel fikirlerim bu süreçte kırılmaya uğradı. "Eylemci odayız" delikanlılığı ile her seferinde caka satan İstanbul Eczacı Odası son başkanlar toplantısında "hukuk mücadelesinin de bir eylem şekli" olduğunu bize öğretiyordu.
TEB "vallahi de billahi de ideolojik hareketler içinde değiliz" endişesi ile kimleri temsil ettiği belli derneklerin görüşmelerini takip ederek, bir anlamda onlara destek vermeye başladı. 24 binin temsilcisi TEB, bu derneklerin web sayfalarında yer almaya başladı. Hatta bu derneklerden bir tanesi, İstanbul Eczacı Odası başkanının sert olmaması! gerektiği konusunda uyardıklarını hiç çekinmeden kendi web sayfasında duyurdular.
TEB ve bazı eczacı odaları "aman hükümet daha fazla kızmasın" diye görüşme, aracı koyma yarışına girdi. Mesleki birikimleri konusunda her zaman saygı ile bahsettiğim eski genel başkan aracı rolünü üstleniverdi. Aklımın almadığı, her mesleki toplantı da "milletvekili" sırasında konuşma alan yani eski genel başkan gömleğini çıkarmış, konuşmaları ile tarafını her seferinde açıkça dile getiren partinin milletvekili yani taraf, nasıl olurdu tarafsız olunması gereken bir noktada yer alır.
Hükümet; eczacıyı, diğer gruplar gibi "yaratılmaya çalışılan korku toplumunun bir parçası" olarak görüyor. "Size ne uygun görülürse onu kabul ediniz" deniliyor. Eylemi bir düşmanlık, yıkıcılık, başkaldırı olarak kabul ediliyor. İtiraz edenler neredeyse millet olarak dahi kabul edilmeyecek hale getiriliyor.
Sistem içerisinde büyüklerin daha da büyük olması planlanıyor. Bunu da defalarca ifade ettiler. Daha iki gün önce AVM açılışında bakkallara "artık çağın gerisindesiniz" denildi. "Birleşin" diye öneride bulunuldu. Aslında "birleşin" değil "artık kapatın" anlamına gelen bir çağrı bu.
Mesleğimizin geleceğini şekillendirecek böylesi önemli bir dönemde hiç kimsenin tüm kaderimizi etkileyecek kararları tek başına almaya hakkı yoktur.
TEB Kongresi yeni yapılmış olsa bile "kader" kararlarını alma yetkisi sadece 11 kişiye verilmemiştir. Birlik beraberlik ortamının bozulmaması "sessizlik" anlamına gelmez. En sıkı birliktelik, bilgilerin doğru ve zamanında paylaşılması ile mümkündür. Başka web sayfalarından önce üyeler kendi meslek örgütlerinin internet sitelerinden bilgilendirilmelidir.
Eczanelerimiz, müdahale edilmez ise tarihinin en ciddi yıkımına uğrayacaklar. Yıkım genelgelerinin ardı arkası kesilmiyor.
Sektör bileşenlerimiz kendi hesaplarını yapmaktadırlar. İlaç sanayi veya dağıtım kanalları kendi şirketlerinin çıkarları doğrultusunda davranmaktadır. Kaldı ki aksinin iddiası sadece ülkemize has "yüzüne gülen iyi insandır" anlayışından öteye gidemez.
İlaç fiyat düşüşlerinin daha önceki genelgelere rağmen karşılanmaması bu duruma somut bir örnektir.
Hükümet, eczacı birlikteliğini bozmak adına gerginliği arttırarak "tek tek anlaşma" ve "markette ilaç satışını" gündeme getirdi. Bunun tek amacı, eczanelerdeki kayıpların unutturulması ve örgüte gözdağı vermekti. Bu konunun bir tarafı olarak kendince ellerini güçlendirmek adına doğru hamleler yaptılar.
Ancak 4 Aralık gibi kararlı tutum sergileyen bir birliktelik neden tekrar gazete ilanları ile kendini anlatmaya ihtiyaç duyar anlaşılır değildir. Bu ilanla sanki bir anlaşma yapılmış gibi, önce hava yumuşatılıyor izlenimi verildi. Ancak buna rağmen hala bir netice alınmış değildir.
Yıllardır belirsizlik içinde yaptığı işten soğutulan bizler, tek tek sözleşme yapmayacağımızı dilekçelerle açıkladık. Bu dilekçeleri TEB'e gönderdik. Hiçbir eczacı mesleğin geleceğini karartacak, tarihte kara leke olarak kalacak bir sonuçta özne olarak anılmak istemez.
Ayrıca bu süreçte siyasi görüşleri itibari ile "medet umulan" meslektaşlarımız da cevaplarını vermiştir. Örneğin bölgemizde AK Parti'de aktif görev alan meslektaşlarımız, bizden daha çok koşturmuş, sorunun çözümü için ciddi çaba sarf etmiştir. Hepimiz için ülke de, meslek de öncelikli konulardır. Aksi durum kendimizi inkârdır. Partiler tarih olabilir ancak ülke ve meslek her zaman kalıcıdır.
Bizlerin mücadelesi sadece ve sadece hak arama mücadelesidir; bedelsiz kamulaştırmaya, artan işletme giderlerine karşılık, sürekli aşağı çekilen gelirlere rağmen eczanemizi ayakta tutma mücadelesidir. Siyasetin alanına girmek gibi bir niyetimiz hiçbir zaman olmamıştır. Ancak hak arama sessizce, tepkisiz, fikirsiz, eylemsiz ve konuşmadan yapılamaz. Diğer yandan, iktidarın çok iyi bildiği, kendi alanı olan siyasette karşı tepki göstermemesi beklenemez. Karşılıklı mücadele demokrasinin sindirilmesi ile mümkündür. Bu doğal akış yasaklanamaz.
Unutmayalım ki, kurumlar arası iyi ilişki önce hakların teslim edilmesi ile başlar. Adı üzerinde kurumlar arası ilişki, kişisel ilişki veya yöneticiye göre ilişki haline dönemez. İzmir Eczacı Odası Başkanının son başkanlar toplantısında yaptığı haklı eleştiri gibi "hangi hükümet gelirse o partili eczacıları mı yönetici yapacağız?" mantığına gideriz. Kurum yöneticileri kurumlarının ağırlığında davranmalıdır. Bu güne kadar tutulmayan sözlerin sayısı unutulmuştur. Masa başı sohbetler ile kurumsal ilişkiler yürütülemez.
TEB, yıllardır neler götüreceği belli olan İlaç Takip Sistemi üzerinde Sağlık Bakanlığı ile birlikte çalıştı. Sıkıntıları belli olmasına rağmen faydaları noktasında inandırıcı olmayan İTS' ye bugün TEB karşı çıkıyor. Birbirinin zıttı kararlar kurumsal inandırıcılığı azaltan en önemli etkendir.
Meslek politikaları ve genel yönetim eğilimleri her olaya karşı değişmemelidir. Kurumları kişiye, kuruma veya "güce göre" şekillendirmeye kalkarsanız elinizde akışkan bir yapı kalır.
"Dün dündür bugün bugündür" anlayışı bugün politik arenada emekli olmuştur.
Hükümetin yakın gelecekteki planı, OTC ilaçlarını kurum ödemelerinden çıkartarak marketlerde sattırmak, eczaneleri de alışveriş merkezlerinin ya da zincir mağazaların bir parçası haline getirmektir. Bunun için de öncelikle mesleki birliği zayıflatması gerekir.
Hiç kimseye gülücük atmak, sevecen gözükmek veya şirin olmak zorunda değiliz. Başta yöneticiler olarak, kendi açımızdan da üst birliğimiz gereken davranışı sergilemeği takdirde hesabını sormalıyız.
Düne kadar örnek gösterilen dayanışmamız, mücadelemiz; bugün ne olacak acaba? Nereye gidiyoruz? sorularına döndü.
Sorunların ve çözümlerin merkezileştiği bir dönemde yerel mücadele ancak merkezi etkiyi güçlendirmek için kullanılabilir. Merkezi yapı ön açıcı olmak zorundadır. Eskiden, "biz ne eylemler yapardık" söylemlerini sık dile getirenler, bugün ile dünün farkını göremeyecek kadar nostaljik durumdalar.
Aslında TEKEL işçilerinin gösterdiği kararlılık hepimize örnek olmalıdır. Her partiden her siyasi görüşten Tekel işçisi 2 aya yakın süredir Ankara'nın soğuğunda örnek mücadelesine devam ediyor.
Onlar da bizim gibi daha fazlasını değil, "Sadece hakkımı istiyorum" diyor.
Kendi hakkını istemek en kutsal taleptir.
Haklı olunan bir konuda, hak aramaktan hiçbir zaman çekinilmemelidir.
Ecz. Burhanettin Bulut
Adana Eczacı Odası Başkanı.